Follow this blog with bloglovin

Follow on Bloglovin

21 Eylül 2012 Cuma

Kadınları çıldırtan şey!

Yoooo! Seks falan değil. İçinde zenci geçen cümleler de değil inan ki. Hele alışveriş, belki zorlar ama bahsi geçecek olan şeyi geçemez sevgili günlük. Son birkaç aydır çok sıkı şekilde tanık olduğum gayet absürd bir durum var ortada. Günümüzde her köşe başında, her televizyon kanalının sabah kuşağında, her diyet programında rastlanan tek bir kelime: PİLATES!
Yaklaşık 10 tane kadın, geniş bir salonda toplanır, içeri spor hocası genç bir kadın gelir ve cd çalarda olabilecek en seksi (!) müziği açar. Seksi derken şu yeni moda "secret" kitabı ve onun ardından gelen meditasyon cdleri furyasındaki müzikleri kastediyorum. Hani sanki içinde saten geceliği olan tayyörlü kadın patronun odasına girmiş ve ona masaj yapmaya yeltenmiş müziği, tövbe yarabbim! İşte örnek:
Bu ortamda kendini bulan, ömründe pilatesle işi olmamış kurabiye, ister istemez utanıp çekinir ama bayağı da meraklanır. 10 kadının hepsinde bir güleryüz bir kibarlık, sanki evrenin şifresini çözmüş bir buda hepsi! Bu arada, kadınlar en fazla 55 kilo, birkaç tane yaşı ilerlemiş olansa şişmanlıktan öte sıkılaşmak istiyorlar. Bense bunların ortasında zebellah gibi, asık suratımla duruyorum! Üzerimde de South Park çizgifilminden Cartman'ın resmi olan tişörtüm var, buyursunlar:
Yani baştan belli benim tarzım, şişkoyum, Cartman gibi tatlıyım somurttuğuma bakmayın, tadında. Her neyse, derken bir anda "nefes açma" hareketleri başlıyor. Sanki açık hava konserine çıkacağız birazdan! Hep Ebru Şallı'dan izlediğimiz nefes verme, yani halk diliyle, "Püf...püf...püf" hareketleri yapıyoruz. Ben bir gülme alıyor, yüzümü duvara dönüyorum tam o anda hocadan uyarı: "Nefesinizi doğru açmazsanız Diyaframınız erken yorulur ağrı hissedersiniz, lütfen dikkat edelim, evet... Evet, evet, hissediyor musunuz? İçime alıyorum...veriyorum, alıyorum, veriyorum" (!) Neyi alıp veriyoruz sanki hocam, her salise yaptığımız şeyi amma alladın pulladın diyeceğim, diyemiyorum ya la.
Minder hareketlerine geçiliyor, Maksat ilk önce karın kaslarını sıkılaştırmak. Bu benim için bile ulvi bir görev. Belli başlı hareketlerden sonra, hoca köprü hareketini yapmamızı istiyor ve pelvisimizi sıkıp bırakmamızı söylüyor. Ben o güne kadar o kelimenin anlamını bilmiyorum! Ancak o durumda anlamak zorundayım, zira bütün kadınlar çoktan gözlerini kapatıp, dudaklarını ısırıp yalamak suretiyle kalçalarını sıkıp bırakıyorlar ve aldıkları zevk mi acı mı nedir belli olmayan şey, çıkardıkları "Ah, oh, uh" ve bilimum seslerden anlaşılıyor! "Evet James devam et, ah işte böyle" tadında. Öhöm. Hoca bu sefer bir soru yöneltiyor: "Hissediyor musunuz, karın kaslarınızın yandığını eridiğini... Kalçalarınızın harekete geçtiğini..." Ancak hocanın ses tonu şiir okuyan Sezen Aksu gibi, aşırı derecede şuh ve serin!
1 saatlik pilatesin sonunda, gevşeme hareketlerini yapıyoruz. Salondan, ben de dahil, çıkan ses "Oh..." dan ibaret. Şahsım adına, bir saat boyunca "püf..püf" diye nefes vermekten yorgun düşmüşüm ondan diyorum! Ama diğerleri, sanırım o sırada zevkin doruklarındalar! Dersi bitiriyoruz, kendimizi alkışlıyoruz, ve kadınlar hep bir ağızdan: "Çok teşekkürler hocam çok keyifliydi, inanılmaz zevk aldık." diyorlar. Bu 6 aydır hemen hemen aynı şekilde gelişiyor. Pilates, kadınları çıldırtıyor! 



7 Eylül 2012 Cuma

Birileri gider ve sen hiçbir şey yapamazsın...

Üç beş godamanın üstünde anlaştığı üç beş kural, fikir, bilinçüstü aktiviteler. Üç beş godamanın bayrakvatanmilletsağduyu diye diye ağızlarını yamultup susmak nedir bilmeden konuşup durduğu zırvalar. Hiçbiri geri getirmez kaybedilen binlerce canı; arkadaşını, oğlunu, ağabeyini, tanışını. Kala kala gene o orospu çocukları ve onların koyduğu kurallar kalır. Onlar tarafından sikip öldürülüp atılan bir kadın bedenine benzer yaşadığın yer. Hiçbir şeyin anlamı telafisi kalmaz. Sonra birileri buna kalkıp "normal" gözüyle bakar kılları bile kıpırdamaz. Balıklar unutur, koyunlar sürüyü takip eder; sen olduğun yerde kalakalırsın. Daha fazla can yanmasın dersin, kahrolsun bu düzen dersin, hain ilan edilirsin. Duymazdan gelemezsin çünkü o üç beş godaman hariç herkesin ciğerini yakan şey artık senin de yüreğini dağlamıştır. Ardından küçük bir teselli gelir, o masum insan bu bokluğu daha fazla görmeyecek, bu sikip atılmış yere daha fazla katlanmayacak. Ve bu yazı acımızın onda birini bile yansıtamayacak.

2 Eylül 2012 Pazar

Bugünlerde...

Biraz deniz, kum, güneş, çirkin ayak, her daim arkadaşlık ve aşk, bolca kardeş mıncırma, öğrencilerle kanka boyutuna geçme, bir tane de olsa Türk dizisi izleme modundayım.
Hem de son iki gündür ilk defa iştahsızlık çekiyorum, bunu buraya yazıyorum sevgili günlük, çünkü bu bir ilk! Akşamdan kalma olduğum zamanlarda bile iştahım durmaz, ama izlediğim bir film hem de bir animasyon filmi beni bu duruma getirdi. Cloudy with a Chance of Meatballs/Köfte Yağmuru isimli film. Aslında gayet şirin ve basit konulu bir film olmasına rağmen o havada uçuşan spagettiler, köfteler, dondurmalar bile bir süre sonra mide bulandırıyor. Hani kurabiye gibi kız, hatta un kurabiyesi gibi kız olmama rağmen (bkz: Kurabiyegibikız Olmak) anlık pardon 2 günlük bir iştahsızlık sezdim! Dünyanın sonu yakındır! Bekleyelim 20 Aralık'ı bakalım.
Kurabiye tepsiye yapışır gibi yatağa yapıştı.

Umuda Haiku

1
Umut ekmektir
Fakirin beklediği
Gelmez hiç sonu

2
İsyansa umut
cesurken gösterdiğin
Onu zorla tut

3
Delinin dili
Balı damlıyor sanki
Umutlu sesi

4
Kuş kanadına
Bakan çocuk yutkunur
Adı umuttur