Follow this blog with bloglovin

Follow on Bloglovin

2 Aralık 2012 Pazar

Bu şarkılar da olmasa...

Belki de kimsenin bilmediği bir özelliğimdir hayatımın sahnelerini sanki bir pembe dizi sahnesiymiş gibi şarkılara yakıştırmak. Daha doğrusu şarkılar seçmek anılarıma en çok yaraşan. Böyle birşey yazmak neden aklıma geldi diye soracak olursan sevgili günlük, zenci vokalli yazım bugüne kadar en çok okunan yazı olmuş. Burada okunma derdi olmadan sadece özgürce zırvalayabilmek için yazdığım aşikar. Ama yine de içim yumuş yumuş oldu bir kurabiye olarak.
Günümüzden geriye başlayarak bu sayfayı yine bir serüvene çıkarıyorum. 90'larda kendini bilmiş bir kişi olarak yine çoğunlukla 90lar 2000lerin başlarını anlatan küçük bir hoşluk gibi düşün.
Bugünlerde, daha doğrusu yaklaşık bir yıldır ceptelefonumun çalma listesinden hiç çıkmayan bir şarkıyla başlamak lazım, Coolio Gangsta's Paradise:
İçimde bir gangster yatıyormuş da haberim yokmuş! Daha ilk parçadan bir zenci vokal havası esti bakalım sonumuz aynı yere mi çıkacak. Bu şarkıda en çok sevdiğim bağıra bağıra söylediğim yerlerden biri şudur: "I'm an educated fool with money on my mind/ got my ten in my hand and gleam in my eye.../...I'm twenty three now but will I live to see twenty four?" İşte bu son satır yaralıyor be. Doğumgününe günler kala insan gerçekten düşünüyor, yaş da bu şarkıyla aynı olunca. Uğurlu sayı 23 çok şey getirdi, ama yenileri lazım ve herşey belirsiz, heyecan ve gerginlik bir arada! Az sonra! (Yazı taslak halinden anca çıktı, doğum günü geldi geçti, herşey olumlu çoook şükür).
Yıllardan 2011, aylardan Eylül. Çöreğimle en güzel 3 günümüzde, daha önce hiç bulunmadığım ve belki de bir daha gitmeyeceğim küçük bir şehirde birlikte söyledik söz konusu şarkıyı. Eskiden de o müzisyenin şarkılarını dinlerdik ama bunu birlikte söylemeye dilimiz varmazdı çünkü fazla olumlu. Yavuz Çetin'den gelsin:
Ve yıllardan 2011 için birçok farklı şarkı var aslında. 2012 geldi geçiyor, ben hala 2011'de takılıyım. Nasıl unutayım olmak istediğim ve bir zamanlar olduğum yerleri! Neyse ki bu yıl herşey daha rayına oturmuş, daha düzenli ve temkinli benim için. Ve postu 2011'de ve 2012'de aklımda olan sözlerden olan bir şarkıyla sonlandırıyorum. Her zamanların en güzeli, illüminati milluminati de deseler Beyoncé:
Put a ring on it! Actually, got a ring on it!

Bana kendinden bahset...




Cevap vermesi en zor sorulardan biri: "Bana kendinden bahset..." İzdivaç furyası dönen, güzel ve yalnızdan öte, bi sikime benzemeyen riyakar ülkemde bu soruya verilen en belirgin cevap: "Evim var, aylık gelirim bıdı bıdı..." şeklinde. Evet ağzım bozuldu, artık otosansür uygulamıyorum. Ben de kendimden bahsediyorum artık, bu yani, ağız bozuk, aksi, gergin ve böyle mutlu biri.



Bu soruyla başlayan bir film afişi gördüğümdeyse, anında merak hissim uyandı. Çok elit, çok saygın bir Beyoğlu müdavimi olduğumdan, "yüksek eğitim"imi Sorbonne bilmem kaçta aldığımdan mütevellit, filmleri de Fransızca izliyorum Allah seni inandırsın. Allah'ı da büyük harfle başlayıp bir de kesme işaretiyle ayırdım ya, şimdi riyakar ben oldum galiba hihi. Neyse bu durumun da "güzel" ülkemde gideri var, memur neyim olurum belki 9-5. Bugün geyik modumdayım galiba, filmi beğendim ve unutmak istemiyorum, en iyisi birkaç lakırdı etmek hakkında.
Daha önce "Paris" (2008) filminde pastanedeki nemrut kadın rolünde izlediğimiz Karin Viard, bu filmde resmen şekil, renk vs herşeyi değiştiriyor. Kapı açışında, mantosunu çıkarışında, sigara yakışında herşeyde bir asalet. zaten bu Fransızların veya genel olarak Avrupalı sinemacıların son yıllarda cinsiyetçiliği yıkan imajlar oluşturmaları hoşuma gidiyor fena halde. Eğer Karin'in kadın olduğunu söylemeseydim ve okumasaydın, "kapı açışında, manto çıkarışında, sigara yakışında asalet var" dediğimde yukarıda, aklında hemen bir Antonio Banderas, veya bir James Bond, ama şu bi önceki yakışıklı esmer olan hah Pierce Brosnan canlanacaktı. Yok! Bu sefer ana karakter bir kadın, hem de hepsinden daha karizmatik, cinselliği çağrıştıran kırmızı ruju veya kırmızı elbisesi olmadan da seksi, dekolteler olmadan da dikkat çekici ve en önemlisi güçlü.


Elbette filmin içerisine bir aşk hikayesi yedirilmiş. Fakat bu sefer kadın zayıflığıyla, zaaflarıyla değil, ondan birkaç yaş küçük genç zaaflarıyla ve masumluğuyla kadına tutkun hale geliyor. En önemli anektotsa, radyoda ismini vermeden program sunuculuğu yapan kadın birnevi Güzin Abla modunda insanların derdini dinliyor ve kimseye anlatmaya cesaret edemedikleri şeyleri soruyor. Bunu yaparken de "Parlez moi de vous", yani "Bana kendinden bahset" diyor. Anlatmaya cesaret edemediklerimiz midir hakkımızdakiler? Tantuni üstüne bira-tekila-kokoreç yapıp, bol soğan-sigara-alkol kokusuyla uykuya daldığın geceden sonra etrafa hergecedişlerinifırçalayanhijyeninsan imajı çizmek gibi mesela...
Görüldüğü üzere film anlatmakta kötüyüm. Bana sembolle yoğurulmuş bir film ver, on saat konuşayım bu bu demek falan diye artistlik taslayayım, ama bu şekilde konusu basit ve son derece insani filmde karşımdaki izlemeden aklında birşey canlandıramıyorum. Dedim, belli bir çevrenin insanıyım, dandi mandi takılıyorum, ha bu arada sarhoşken diş fırçalamıyorum!
Karin viard parlez moi de vous

Filmdeki esas çok sevdiğim husus, Paris'i göreceğim diye debelenmemdi! Söylemeden edemedim.